25 Eylül 2016 Pazar

İspanya - Barselona (28 Şubat-3 Mart 2013)

(Bu yazıyı 3,5 yıl önce yazmışım, yayınlamamışım. Görünce mutlu oldum, sandık karıştırıp varlığını unuttuğum oyuncaklarımı bulmuş gibi. Üzerinden yıllar geçmiş olsa da yayınlamak istedim. Fark ettim ki yıllar öncesinden geriye en canlı kalan anılarım buraya yazdıklarım. Artık Hollanda'dayım, bir süreliğine. Unutmamak için tekrar yazmaya karar verdim bu yazıyı görünce. Unutmadığımda ne kadar mutlu olduğumu hatırladığım için..:))



Berlin'e bahar geldi, benim ruhuma da öyle.. Gerçekten havalar insanın modunu ne kadar değiştiriyor.. O bir tutam güneş sadece gökyüzüne değil, kalbimize de doğuveriyor..

Aylar önce bir bilet almıştım. Barselona bileti. "Güzel bi yer" dediler, uygundu da, aldım. Berlin'deki Türk arkadaşlarımı memleketime bir bir uğurladıktan sonra bir baktım ki Barselona zamanı gelmiş. Bu sefer diğer gezilerimden farklı olarak yanımda hiç arkadaş yoktu. Bu nedenle epey ilginç olacaktı benim için.. İstediğim caddelerde istediğim kadar aylaklık yapıp, istediğim kahvecide durup mola verebilecektim.. Zaten deniz hasretiyle yanıp tutuşan ben, bu sahil şehrinde çok çok huzurlu zaman geçirecekti şüphesiz..

Nitekim öyle oldu.. Gerçekten rüya gibi bir iki gün.. Bu ne güzel, ne İstanbulumsu bir şehirmiş.. Ne renkli, ne parlak.. Ben hiç bu kadarını beklememiştim.

28 Şubat akşam üzeri yaptığım uçak yolculuğuyla başladı serüven.. İlk defa uçaktan, gökyüzünden gün batımını izledim.. Gün sanki avuçlarımın içinde battı.. Uzun zaman sonra güneşi ilk görüşümdü bu..

Havaalanında indikten sonra daha önceden aldığım yönergelerle hostelime doğru yola koyuldum. Barselona havaalanı hakkında küçük bir not, 10 seferlik toplu taşıma biletleri var, T-10 isminde. Havaalanından şehir merkezine giden metrolarda geçerli olan bir bilet bu. 10€ civarında. Barselona'daki kalışınızda toplu taşıma için yetecektir bu bilet. Çok fazla metro kullanmanız icab etmiyor zaten. Üstelik havaalanlarından merkeze giden otobüsler gidiş-dönüş ücreti olarak 9€ filan alıyorken, bu biletle bu otobüslere binmenize hiç gerek kalmadan biletinizle merkeze geçebiliyorsunuz. Çok avantajlı.

Neyse efendim, hostele giderken durakta, Allah'ın işi, Barselona'da hepi topu 5-6 tane olan Türklerden biriyle tanıştım. Gülay abla, orada doktora yapıyormuş. Numarasını verdi, burda herhangi bi yardıma ihtiyacın olursa ara dedi. Hayat ne kadar ilginç.. Tevafuklarla dolu.. Nereye giderseniz gidin birilerinin duaları Allah'ın inayetine dönüşüyor ve elinizi hiç bırakmıyor.. O ablayla tanışmam bunu derinden hissettiğim anlardan biriydi.. 10 dakika içinde "Sana numaramı vereyim, burda bi ihtiyacın olursa ararsın." cümlesini duyabilmek..

Barselona'da ilk güne gelecek olursak.. Neden geldim ki ben bu şehre? Ne biliyordum gelmeden önce? En büyük sebebi denizdi.. Deniz ve güneş.. İki günün birini denize ayırabilmek için ilk gün olanca gücümle gezdiiim, gezdim: 15 saat kadar :D

Fakat Barselona beni bulutlu ve rüzgarlı bir havayla karşıladı. 1 Mart Cuma. Barselona'ya resmi olarak bahar geldi ama Eda yüzünden Berlin'den gelen soğuk havanın etkisinde kaldı. Resmen düşündüm "acaba bu havayı ben gittiğim yere mi götürüyorum" diye :D Yine de, tabana kuvvet..

Daha önce Barselona'ya gelen Betül'den aldığım tavsiyeler doğrultusunda ilk durağım geleneksel İspanyol evlerinin bulunduğu açık hava müzesi Poble Espanyol'du. Bu müze metroyla gidenler için Espanya durağın üzerinde bulunuyor. Ben pek sevdim, havanın kötü olmasına rağmen, ortalıkta kimse olmamasına rağmen sevdim. İspanyol dokusunu mu hissettim bilmiyorum ama mandalina ağaçları arasındaki tek katlı yapılar ve bu yapılardaki dükkanlar orayı çok güzel bir yer yapıyor. Eminim güneş bu çiçek ve ağaç dolu küçük, temsili köycüğü çok daha güzel gösterir.. Geleneksel, karakterli mekanları kim sevmez ki? :)

Malum hızlıca geziyordum, ikinci durağım Sagrada Familia idi. Gaudi'nin en bilinen eserlerinden, nam-ı diğer Bitmeyen Kilise. Gaudi, Gaudi.. Benim mimariye öyle çok derin bir ilgim yoktur, bakarım, estetik haz da alırım ama tabii çok anlamam.. Bildiklerim de eski oda arkadaşımın mimarlık okurkenki çilelerinden birikmiştir :) Gaudi anlaşılan sadece bir mimar değilmiş, bir sanatçı, bir ressam ve bir çılgınmış :) Gerçekten en sevdiğim mimar oldu (daha önce en sevdiğim mimar diye bir şey yoktu, bu işten anlamadığım için kafamda hiç öyle bi sınıflandırma yapmamıştım:)) Keşke onun zamanlarında yaşayıp onunla tanışabilseydim. Açıkçası yapıların çizimlerini de görmeyi çok isterdim.

Avrupa'da gezmek demek her şehirde bi katedral, adım başı da kilise görmek demek. İlk gördüğünüzde "waay" diyorsunuz ama bir süre sonra hepsi aynı gelmeye başlıyor ve sıkıyor. Ama Gaudi, bitirmek nasip olmasa da, pek güzel başlamış bu Sagrada Familia'ya. Çok ince işçilik, çok deli detaylar vardı. Ben içine girmedim ama dışını da her açıdan seve seve inceledim. Sagrada Familia metro durağı üzerinde bulunuyor.

Sonraki durağım meşhur La Rambla Caddesi idi. Fakat Oraya giden yolumun üzerinde (Passeig de Gràcia Caddesi) görülmesi gereken meşhur Gaudi eserlerine rastladım. Özellikle aramanız gerekmiyor, yolda sakin sakin yürürken onlar bir anda "Ben burdayım" diye bağırıveriyorlar gözlerinize. Bu binalardan ilki Casa Mila (La Pedrera) idi. İçine girmek 16€ gibi bir ücret ödemek zorunda olduğum için giremedim malesef. En çok üzüldüğüm şey bu, çünkü gerçekten dışı kadar içi de değişik olan bir yapı. Dünyada muhtemelen en çok fotoğraflanan bacalar burda yer alıyor. Her şeyin asimetrik ve eğrisel olması bir yana, bacalar şovalye kaskı giymiş gibi duruyorlar, sayıları da fazla olduğu için pek çok göz size bakıyor gibi hissediyormuşsunuz. Ben yaşayamadım o hissi, gelecek sefere inşallah.

Binaları tanımlarken pek çok değişik sıfat kullanılabilir herhalde. Ama hiçbir yapıyı "Beni heyecanlandırdı, yüzümü güldürdü ve eğlendirdi" diye tanımlamamıştım. Casa Mila ve Casa Batllo bana aynen bunları hissettirdi. Çılgın, Gaudi bir çılgınmış daha ne diyebilirim ki.. Muhteşem detaylar, muhteşem; her şey orijinal ve gerçekten binalara öyle ağzınız açık hayran hayran 10 dakika kadar bakabiliyorsunuz. Bu binaları ikinci kez görmek için yolumu değiştirip ziyaret etmiştim. Bir bina için asla yapmayacağım bir şey, hele ki deniz bu kadar yakınımdayken :) Bu iki binaya şu duraklardan ulaşmak mümkün: Diagonal veya Passeig de Gracia.

Sonra mı? Sonunda yürüye yürüye Katalonya (Catalunya) Meydanı'na ulaştım. Burası Barselona'nın merkezi. Taksim meydanı gibi. Nitekim bu meydandan başlayan La Rambla Caddesi de bizim İstiklal Caddesi'ne pek benziyor. Hayat burada akıyor.

Rengarenk, şıkır şıkır bir cadde burası, caddenin ortasında çiçekçiler, satıcılar, ressamlar ve daha neler neler var.. Adım başı çiçekçiler, o kadar mutluluk vericiydi ki.. Yürüdüm yürüdüm o kalabalık caddelerde. Sonra karşıma meşhuuur meyve-sebze ve balık pazarı olan Mercat de La Boqueria çıkıverdi. Daha sonrasında da hem burayı hem La Rambla'yı 5-6 kez ziyaret ettim :) Meyve, sebze, çiçek, bilimum ot seven biri olarak ben rengarenk meyve sularını, çeşit çeşit meyve bardaklarını görünce sevinçten başım döndü :D Hep de 1 veya 1,5 € zaten, aldım bir meyve bardağı ben de, gezmeye devam ettim. Sonra pazarın balık kısmında buldum kendimi. Iyy, her türlü balık, böcek, ıstakoz, karides, mıngıl mıngıl hareket ediyorlardı tezgahlarda. Bööğyyk diye diye gezdim ve oraya kısa bir süre sonra ziyaret etmek üzere veda ettim.

La Rambla'da gezmeye devam.. Flamenko'yla, Gaudi sayesinde meşhur olan mozaiklerle, hediyelik eşya dükkanlarında Hindistanlı, Pakistanlı abilerle tanıştım. Türkçe biliyorlar çat pat, pazarlık etmeye kalkıyorsunuz, 9-10 deyiveriyorlar. Aklınızda bulunsun, bir gün buralara yolunuz düşerse La Rambla'nın iki yanında bulunan hediyelik eşya dükkanlarından alışveriş yapın. 18€ luk bir şeyi 9€ ya alabildim. Feci pazarlık yapılabiliyor :) La Rambla üzerinde iki tane metro durağı var: biri Liceu, diğeri ise Drassanes. 

Veee çok da uzun olmayan caddenin sonuna geldiğimde yolun karşısında bulunan Kristof Kolomb heykeli karşıladı beni. Bilin bakalım onun da eli nereyi işaret ediyordu: DENİZİ! Sonunda denizle tanışabildim. Aslında ilk gördüğümde hayal kırıklığına uğradım, ben açık deniz bekliyordum. Elbette plajlarda bu açık denizi bulmak mümkün. Fakat burası marinaydı. Yer yer tersane olduğunu düşündüğüm bir marina :D

Gemiler demir atmış karaya, palmiyeler kıyıda, insanlar yürüyor kıyıdan, kimi banklarda oturmuş martılara simit atıyor.. Palmiyeler hariç, sahne size tanıdık geliyor mu? Evet! İstanbul.. Burası o kadar İstanbul gibiydi ki.. Hava ne kadar kötü olursa olsun, oturdum banklardan birini, izledim izledim izledim.. Ne kadar özlemiştim.. O anı pek anlatamam herhalde.. Ve hayatımda ilk defa bu kadar çok palmiye gördüm ben, gerçekten çok yakışıyorlarmış bir şehre, özellikle denize.. :)

Sonra mı? Yine La Rambla.. Yorgunluk.. Yine sahil.. La Rambla.. Bir kahve.. Hava karardı.. Ve tekrar sahil.. Kulağımda müzik.. Bir yandan sahil boyu yürüyüş yapanları izlemek.. Yalnızlığın verdiği dinginlik.. Huzur.. Büyük bir eksiklik tamamlanmış gibi hissettiren huzur..

15 saatlik yoğun bir gezmenin ardından gelen  yeni günde beni güneş uyandırdı :) Çook yorgun olmama rağmen güneşin verdiği enerjiyle uyanıverdim, gezime başlayıverdim. Aklımda kalan tek yer olan, yine bir Gaudi incisi olan Park Guell'e gittim. Park Guell'in yeşillerle dolu bir şehircik yapma planının meyvesi burası. Birkaç tane renkli, cıvıl cıvıl yapı var içinde, keşke tamamlayabilseymiş, tamamlayamamış.. Çok güzel bir park burası, hava da güneşli olduğundan, tam bir piknik havası vardı. Tepesine çıktığınızda bütün şehri görebiliyorsunuz. Her dönemeçte farklı bir müzisyen, farklı bir enstrüman çıkıyor karşınıza, çok çok güzel.. Attığınız her adıma bir notanın, melodinin eşlik etmesi.. Kuş sesleriyle harmanlanan bir melodi.. Tam bu yeşil havayı derinlemesine soluyayım diye bir yere oturmuştum ki bir sürü kuş geldi yanıma. Ben de çantama doluşturduğum ekmekleri atmaya başladım birer birer. Yanıma İtalyan bir kız geldi, ona da verdim, gitar sesleri eşliğinde birlikte eğlendik kuşlarla.. Eğer Park Guell'e yolunuz düşerse, mutlaka ufak tefek atıştırmalık bir şeyler alıp bir piknik yapın, ve kuşlar için de yanınızda ekmek götürün. Gerçekten çok değerli zamanlar geçirirsiniz :) Park Guell Lesseps metro durağı üzerinde bulunuyor.

Sonraaaaaaaaa tekrar La Rambla, meyve pazarından meyve suyu ve deniz ziyareti.. Günümün geri kalanını orada, o sahilde geçirdim.. Güneş, masmavi deniz, gemiler, martılar, palmiyeler.. Çok uzun zamandır o kadar mutlu, o kadar huzurlu olmamıştım.. Bütün bu güzelliklere şahit olmamamızı sağlayan gözleri veren Allaha şükürler olsun.. İstanbulumsu şehir.. Mutlu şehir.. Akşama kadar oturdum orada, sonra bi kahve içtim.. Uzun zamandır izleyemediğim günbatımını da izledim.. 23 Nisan'da cumhurbaşkanı koltuğuna oturan çocuklar kadar şen olduğum zamanlar.. :)

Gün battı, içim acıya acıya ama huzurun tadına, elhamdulillah, epey varmış olarak sahile son bir kez bakıp veda ettim. Gariptir, bir memleketi gezerken, bir yerlerinde deniz varsa, iç kısımlara kaymak denizin kalbini kırmama sebep olurmuş gibi geliyor.. Hep denizi görebilecek, hissedebilecek bir yerlerde olmalıymışım gibi.. Yoksa içim rahat etmiyor.. Bu nedenle dönüp dolaşıp hep o sahil kenarında buldum kendimi galiba..

Sahilden ayrılınca La Rambla caddesine geri döndüm. Meyve pazarı akşam olması sebebiyle epey ucuzdu. 2,5€ ya hem meyve suyu, hem salata hem de meyve bardağı aldım. Sonra daaa buralara kadar gelmişiz, bir flamenko izlemeden gitmeyelim diyerekten flamenko izleyebileceğim yere yöneldim. Buraya da Betülün tavsiyesi üzerine gitmiştim. Tarantos isminde bir yerdi. Öğrencilere 8€. Diğer yerlere oranla gayet ucuzdu.

20:30 programına girdim ve 30 dakika sürecek, İspanya'yla ilgili aklımda kırmızı siyah bir görüntü bırakacak flamenko gösterisini izledim. Arkada çalanlar ve söyleyenler, önde de fırfır elbiseler giymiş iki dansçı vardı. Çok enteresan, ben çok yerde gülmemek için zor tuttum kendimi. Söyleyen kişi feryat figan, uzun hava karışımı bir hale büründü. O kadar bağırdı ki suratı kıpkırmızı oldu. Çok ani çıkışlar yapıyordu filan.. Dansçılar iyiydiler. Flamenko çok tepki dolu bir gösteri gerçekten, çok sert hareketleri, dönüşleri olan.. Kadınlar da yer yer isyankar, yer yer çirkef bir görüntüye büründüler. Ailecek gelen insanlar vardı.. Bu noktada içimden başka yorumlar yapmak geliyor ama yapmayacağım :) Yarım saatlik bir gösteri ardından flamenkoyla birlikte Barselona'ya veda edip, ertesi günkü uçağıma kadar konaklamak üzere havaalanına geri döndüm. Bu havaalanı tecrübesi epey garipti. Yine koltuklar arasında kolluklar vardı ve ben yatamadım. En sonunda sinirden sakin bi köşe bulup battaniyemi yere serip yatıp uyudum. Gecenin bi yarısı güvenlik görevlisi geldi, biletime bakıp gitti. Birkaç saat sonra başka bir güvenlik görevlisi "Burda yatamazsın" deyip beni kaldırdı ve gitti. Öyle böyle derken yine bir şekilde sabah ettik.. Bu da tecrübe diyelim, ilerde gülerek hatırlayacağım.. :)

Barselona Barselonaaa... Öyle bir şehir düşünün palmiyeler, çiçekler, meyveler, martılar, deniz, güneş, gemi ve balık dolu.. Kim giderse gitsin kendinden bir şeyler bulacaktır, bu şehir bir yolunu bulup bir şeyiyle kendine bağlayacaktır.. Beni bu saydıklarımın her biriyle kendine aşık etti.. Ve ne kadar şanslı olduğumuzu fark ettim. Her ne kadar kaos dolu olsa da İstanbul gibi bir şehre sahibiz. Rengarenk bir İstanbul.. Bu saydıklarımın pek çoğunu barındıran bir İstanbul.. Rüya şehir.. Büyülü şehir.. Girip çıkmadığınız, isteyip de kaçamadığınız şehir.. Barselona da böyleydi işte.. Mutlu insanların dünyası..

Bütün kalbimle bu şehirle tekrar buluşmayı diliyorum.. Bütün kalbimle.. Güneşin evi, kırmızı şehir.. Barselona..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder