14 Şubat 2013 Perşembe

Çek Cumhuriyeti - Prag


"Prag mı? Oraya kocanla git, küsken git, barışırsın." Ç.Y.

"Prag'a gidiyorum ahoheey" dediğimde daha önce bu rüyalar şehrini görmüş arkadaşımdan gelen Prag yorumu. İtiraf etmeliyim, o ana kadar bu şehir benim için sadece komşu ülke Çek'in başkenti ve ziyaret edilecekler listesindeydi. Arkadaşımın yorumundan sonra çok merak etmeye başladım bu ara bulucu şehri.. 

Uzatmayayım (önceki yazımda çok uzun yazdığıma dair uyarılar aldım :p), Fazilet, Betül ve Eda üçlüsü olarak düştük Viyana'dan yollara ve Prag'ı bulduk sonunda.. Prag bizim yeni yıla giriş yapacağımız şehirdi, yani 31 Aralık ve 1 Ocak orada geçecekti. Yani bu yüzden hiçbir işimiz doğru düzgün gitmeyecekti :)

Prag ekibi :)
Normalde 5€'ya hostel bulabileceğiniz bir şehirken, bırakın 5€'luğu, pahalı bir boş oda bile bulamadık oraya gittiğimizde.. Gece 10'da indik şehre ve kalakaldık öylece.. "Neden daha önce bir yer ayarlamadınız ki yeaw?" diye sormayın, uzun hikaye :) Biz de ne yaptııık? Her zamanki gibi tin tin sıcacık yuvamız olan havaalanına gittik. Prag havaalanı favorimdir, her yönden çok kalınası: hem toplu taşıma biletiyle gidebiliyorsunuz ve çok ucuza geliyor, hem çok sakin ve bir sürü boş koltuk var, hem interneti var, hem de çok sakin. Kesinlikle tavsiye ederim, muhteşem bir B planı Prag'da havaalanı.

Uyuduk uyandık derken nihayet ilk günümüze başladık. Elimizde metro haritası, ve üzerinde gidilecek yerler listesi, şehir merkezinden gezmeye başladık.

Prag deyince akla gelen iki yer var: Old Town Square (Old Town Meydanı) ve Charles Bridge (Charles Köprüsü). Biz gezmeye Old Town Meydanı'ndan başladık. Prag'a iner inmez almanız gereken iki şey var, biri günlük veya birkaç günlük toplu taşıma bileti (biz 3 günlük almıştık) aşağı yukarı 15€ idi; diğeri ise toplu taşıma haritası. Metro haritası harika bir şey, üzerinde gidilecek yerlerin hepsi ve bu yerlere nasıl gidileceği mevcut. Biz sadece bu haritayla gezdik 3 gün, başka hiçbir şeye ihtiyacımız olmadı. Fakat bu söylediğim şeyleri almadan önce yapmanız gereken şey en azından bilet alabilecek kadar bir meblayı Çek'e giriş yapmadan önce Çek para birimi olan krona çevirmeniz. Biz gece vardığımız için yine zorluk yaşadık bu konuda.

Eveeet, metroya bindik, Mustek adlı durakta indik. Karşımıza çıkan ilk bina bir şey müzesiydi ama ne müzesi olduğunu hatırlamıyorum. Önemli olan nokta, buranın Prag'ın merkezi olması. Zaten o caddeden Prag'ın İstiklal'ine giriş yapmış oluyorsunuz. Biz deli gibi döviz bürosu aradık o caddeye girdiğimizde. Fakat şansa bakın ki 31 Aralık olması sebebiyle, bu fırsattan istifade döviz büroları euroları aşırı derecede ucuza satın alıyorlardı. Düşünün ki normalde 1€=24 CZK; o gün bütün bürolarda 1€=17 CZK idi, ya da daha az. Bu da bize ders oldu, yılbaşında gezmek yok bir daha.. Allahtan açık bir banka bulabildik de o normal fiyattan çevirdi paralarımızı. 



Bir de, malum 31 Aralık'ta yarım gün, 1 Ocak'ta ise tam gün tatil her yer. Bir turist marketler ve müzeler yüzünden önemli derecede etkileniyor bu tatilden. Biz de çıkınımızı doldurmak için tatile girmeden önce market bulmak durumundaydık. Normalde düşünmek zorunda kalmayacağınız bu angaryalarla günümüzün yarısı gitti. Neyse sonunda, her nasılsa Prag'da market adına rastladığımız Albert'leri keşfettik nihayet. Düşünün ki Türkiye'de BİM'den başka market yok, nasıl mümkün olabilir bu, anlamadık.. Ya da bize denk gelmedi. Sözün özü, Prag'da Albert ismini aklınızın bir köşesinde tutun, kesinlikle ihtiyacınız olacaktır.

Derken nihayet Old Town Meydanı'na (Staroměstské náměstí) ulaştık. Prag'da hiç İngilizce tabela yok, bu nedenle elimden geldiğince isimleri yerel halleriyle de yazacağım. Bu meydan adına pek yaraşır, tam eski bir şehir havası veren bir meydan.. Esasen Prag'ın her yeri öyle.. Hem de öyle bir eski, öyle dolu bir eski ki.. Prag bir ortaçağ kenti.. Her adımınızda hissediyorsunuz bunu, çok çok karakterli bir şehir. Bu özgün halini nasıl korumuşlar hayret ettim doğrusu..



Meydana dar bir sokaktan geçip varıyorsunuz, o sokakta bir sürü hediyelik eşyacılar, dükkanlar var. Ve elbette bu dar caddeleri süsleyen Ortaçağ'dan kalma yapılar. Bir güzel hazırlıyor sizi buralar. Sonra nihayet şatoların arasına çıkıyorsunuz. Bu meydanda kendimi bir masalda gibi hissettim, ben Pamuk Prenses'tim, Uyuyan Güzel'dim, Külkedisi'ydim. Ve bu şatolar benim maceralarıma ev sahipliği yapıyordu. İşte böyle bir his uyandırıyor bu dünyanın geri kalanından bağımsız şehir ve bu meydan.. Prag'da 3 gün geçirdik, üçünde de ağzımız kuaklarımızda gezdik. Elimizde değildi, bu şehir sizin sahip olduğunuz bütün tebessümleri size hatırlatıyor. Şu an dahi yazarken bir tebessüm giyindiğimi farkettim.. Anlaşılan o yanaklar yine ağrıyacak :) Kısacası, eğer Prag'daysanız, bir ömür hatırlayacağınız Harikalar Diyarı'na hoşça gitmişsiniz demektir.. :)



Bu meydanda meşhuuuur Astronomik Saat ve onu konuk eden kule var. Burada biraz durup bu saatin manasından söz edeyim. Astronomik Saat akşam 7'ye kadar her saat başı çalıyor. Osırada da küçük bir geçiş töreni oluyor. Saatlerin üstündeki çatımsı şeyin altında iki tane pencere var, o pencerelerden sırasıyla azizlerin kuklaları geçip selam veriyor. Saatin her iki yanında ikişer tane küçük heykelcikler var. Çanı çalan iskelet ölümü simgeliyor ve kafasını aşağı yukarı sallayarak ölümün geleceğini hatırlatıyor. Diğer heykelcikler olan cimriliği simgeleyen Yahudi, zevki sefayı ve şehveti (:/) simgeleyen Osmanlı yeniçerisi ve kibri simgeleyen bi şey daha -ne olduğunu unuttum- başlarını iskelete karşı "hayır" anlamında sağa sola sallıyorlar. Buyrunuz bu da saat başı olan geçit töreninin videosu.

Astronomik saat

Prag'ın kuklaları, kristalleri ve törpüleri epey meşhur. Her yerde karşınıza çıkabilir. İlk ikisini anladım da, törpülere ben hiç anlam veremedim. Hala anlamını aramaktayım :)



E hep geziyoruz geziyoruz da bu kadar gezince insan acıkıyor tabi. İtalya'ya gidince pizza yiyin, dondurma yiyin, makarna yiyin filan ama Prag'ın hiçbir şeyi yok yemek hususunda. Varsa da bizim gözümüzden kaçmış. Helal gıda hassasiyeti olan biriyseniz yemek epey zorlayan bir şey yurtdışında. Kesinlikle gördüğünüz her dönercide yemeyin. Helal mi diye sorun, dükkanın bir yerlerinde helal sertifikası arayın. Çünkü onlar da genelde helal et kullanmıyorlarmış artık. Özellikle gezerken, çok acıkmışken bir de bunun derdine ve endişesine düşmek çok yorucu olabiliyor. Bu nedenle ben Prag'da pek sevdiğimiz bir Türk restoranını önereyim. İstanbul Restoran var, hmm.. Old Town'dan gelirken ana postane (Main Post Office)'i geçip sağa dönünce içine girdiğiniz sokakta karşınıza çıkıyor. Hem ucuz, hem çeşitli. Çayı çok güzel :D Hemen karşısında da küçük bir mescid var. Praglı Müslüman topluluğu barındıran, çeşit çeşit milletten, ama aynı dinden.. Bu, caminin adresi. Hemen karşısında da restoran var zaten.




Karnımızı doyurduk bir güzel, çayımızı da içtik sonra o çok merak ettiğimiz, Prag'ı aşk şehri yapan Vitava Nehri'nin iki yakasını birleştiren Charles Bridge'i görmeye gittik. Charles'a paralel olan bir sürü köprülerden biri üzerinde buluverdik kendimizi.. Tam gün batımına denk geldik. O kadar, o kadar güzeldi ki... Bir nehre gökyüzü ancak bu kadar yakışabilirdi.. Durduk, izledik, izledik.. Kameralarımıza elimizden geldiğince kaydettik ama üç boyutlu ve beş duyulu o ölümsüz atmosferi ancak ruhumuz hakkıyla saklayabilir sanırım.. Prag'ı, bu harikalar şehrini, ortaçağ ülkesini, masallar diyarını görmeden bu havayı ciğerleriniz çatlayana kadar içinize çekmeden sakın öleyim demeyin :)






  
Bunlar da bu buram buram aşk kokan şehre kızlarla toplanıp gelmiş deliler :D
Gün battı, bir sürü aşık çiftin fotoğrafını çektik, sersem olduk ve gezmeye devam edelim dedik.. Atladık tramvaylardan birine, nereye gittiğini bilmeden Prag'ın karanlık caddelerinde öylece dolaştık. Sonra yuvamıza, havaalanına döndük. Ertesi gün 1 Ocak oldu ve biz tekrar bu şehri keşfe daldık.. Ha tabi, iki gün havaalanında kalmanın üzerine artık bir hostel bulalım dedik ve nihayet bütçemize göre bir hostel bulduk. O gece hostelde, insan yataklarında uyumaya çalışırken sevgili Betülden gelen bir cümleyi hayatım boyunca unutamam herhalde: "Kızlar kalkın havaalanına gidiyoz, uyuyamıyom ben burda." :D

İkinci gün ilk istikamet yine Charles idi. Önceki gece yılbaşı olduğu için yollar çöp ve içki şişesi içindeydi.. Sokaklarda kimse yoktu; önceki gecenin kalıntılarıyla boğuşan belediye çalışanları hariç..

Charles hep güzel, gündüz, gece, gün doğarken, batarken, güneşli veya bulutlu havada.. Hep güzel.. Hani insanın sevdiği gözüne hep güzel görünür ya, Charles aynı öyleydi bizim gözümüzde.








Ve sonra da Charles'ın uzaktan fotoğraflarını çekmek yerine üzerinde yürümek istedik ve aynı yeri bambaşka güzellikleriyle yaşadık, gördük, hissettik, tecrübe ettik..

Charles Köprüsü'nün girişindeki nehir turcuları, turist avcıları :)

Charles ve onu mesken tutmuş takıcılar, ressamlar, müzisyenler, aşıklar vs..

Charles'ın girişinde keman çalan amca.. Bütün güzellikler müziksiz biraz eksik..
Charles'ta Sokak sanatçıları..


Bir yerden bahsetmeyi unuttum, Tančící dům (ben bu ismi çok seviyorum :D) nam-ı diğer Dancing House, bir nam-ı diğer Danseden Ev ziyaret edilecek mekanlar arasında. İsmi gibi çok neşeli bir bina. Bu yapı Gotik ve Barok tarzında inşa edilmiş yapıların arasına inşa edilmiş. Aykırı ve orjinal. Danseden Ev denmesinin sebebi ise yapının dans etmekte olan bir çifti andırması imiş..

Tančící dům
Charles Köprüsü'nden devam edeyim. Bu köprünün sonuna geldiğinizde Mala Strana'ya ulaşmış oluyorsunuz. Bu bölgede çok çok güzel, nehre paralel uzanan dar sokaklar var. Kesinlikle girip bir dolaşmak gerek.. Çok seveceksiniz :) Ve bir de, yine bu muhitte Kafka Müzesi var, hemen nehrin kıyısında. Kafka severler de bu müzeyi ziyaret edebilir. Ben de bir Kafka severim ama "buraya girmesem de olur" deyip bu fırsattan vazgeçtim..

Mala Strana'nın dar sokakları
Franz Kafka Müzesi

Böye böyle gezerken yine akşamı ettik ve hava karardı. Bu sefer kendimize bir güzellik yapıp Old Town Meydanı'nda gezdik durduk, bir kafeye oturup kendimize kahve ısmarladık, Betülle kuyumcu vitrinlerinde alyans bile baktık :D


Uyuduk, uyandık, ertesi güne gözlerimizi açtık. Prag Kalesi'nin, Sarayı'nın, Katedrali'nin Oyuncak Müzesi'nin, kısacası nehre manzara olan her şeyin bulunduğu tepeye çıktık. Burası da kesinlikle gidilmesi gereken bir yer, çünkü alçaktan bile zaten yeterince güzel olan manzaraya bir de tepeden bakma şansı elde ediyorsunuz. İsterseniz Oyuncak Müzesi'ne filan da girebilirsiniz. Prag Kalesi'nde askerlerin saatte bir olan nöbet değişimini izleyebilirsiniz. Orda da aynı bizimkiler gibi donmuş askerler var :) Nöbet değişimleri bir törenle yapılıyor. İzlemesi güzel :) Ama tabi en güzeli manzara..



Katedral


Nöbet değişimi
Oyuncak Müzesi
Hafiften Rumeli Hisarı'ndan İstanbul manzarasını hatırlatan bir köşe burası
Prag'da üçüncü günün sonuna geldik sonunda.. En son durağımız başladığımız yer: Old Town Meydanı'ydı. Astronomik saati bir kere daha izledikten sonra kuleye çıkmaya karar verdik. Uçmak tutkusu, yükseklik tutkusu, ne derseniz deyin ama her şey yukarıdan daha başka, bambaşka görünüyor. Nitekim Prag'ı benim için Prag yapan şeylerden biri de bu kulenin tepesinde yaşadığım hislerdi.. Gördüklerim ise...







Yüksekten, hep daha yüksekten, en yüksekten.. Merhaba! :) 
Bu kulenin tepesinde bu tadı aldıktan sonra aşağı inmeden, hazır ortaçağ moduna da girmişken tarihi kıyafetlerle fotoğraf çektirmek de mümkün. Ben de zaten o havaya öyle bir girmiştim ki.. :)


Üç gün geçirdik burada, yetmedi.. Buraya gidecek olursanız, en az 4 gün ayırın. Her gittiğiniz yeri uzun uzun seyredin.. Yanınızda güzel insanlar olsun.. Resimler çekmek, başka yerler görmek için acele etmeyin, koşturmayın.. Ağır ağır yürüyüşler yapın, her adımı yolları heceleyerek atın.. Herkes, dünyanın geri kalanından uzaklaşıp dünyanın uzak bir köşesinde dinlenmek ister ya; işte o köşe burası olsun.. Yanınızda sadece sevdiklerinizi getirin. Sevdiğiniz insanları, hisleri, düşünceleri ve hatıraları.. Dönerken de bir o kadar seveceğiniz anılar koyun bavulunuza.. Bu yazıyı, bu satırları okuyan herkes için ve tabii ki kendim için, unutmamak için yazdım; ama en çok da Ezma Chan için yazdım.. :) İnşallah işine yarar ve benim bu şehirde yaşadıklarımdan çok daha fazlasını ve güzelini yaşamak olur sana da.. :)

Prag.. Prag.. Her şehre bir renk veriyorum ya.. Bu şehrinkini bulamadım bir türlü.. Daha doğrusu tek bir renk bulamadım yakıştıracak.. Gökküşağı gibi bir şehir bu; açık sarı, açık pembe ve açık mavi.. Pamuk şekeri gibi, eti cin gibi bir yer burası.. :) Benim en'im, harikalar diyarım.. Prag..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder