1 Şubat 2013 Cuma

Avusturya - Viyana



Bir beyin fırtınasıyla başlayalım bu yazıya.. Viyana deyince aklınıza ne geliyor? Hangi filmler, sanatçılar, müzisyenler, bilim adamları, tarihi anektodlar, eserler, şarkılar kitaplar, yazarlar?

O halde bir filmle başlayayım: Before Sunrise (1995)'i (Gün Doğmadan) izlediniz mi? Julie Delpy ve Ethan Hawke'ın başrollerinde olduğu, Viyana treninde karşılaşan ve bir gün boyunca Viyana'yı birlikte keşfeden iki insanın konu olduğu film. O film benim ilk Viyana seyahatlerimden biriydi. İzledikten sonra "ah gitmem lazım o şehre, çok güzel" demedim. O filmin doğrudan içine gireceğimi tahmin bile etmedim. Ama nasip kısmet.. Nihayetinde oradaki bütün sahnelerde geçen yerleri adım adım tadabildim :)

Klasik müziği sever misiniz? Ben çok severim. Peki Beethoven'ı, Schubert'i, Mozart'ı..? Daha önce Beethoven'ın doğduğu şehre, Almanya'da Bonn'a gidebildim. Beethoven'ın doğduğu evi görebildim. Ama ömrünün çok büyük bir kısmının geçtiği Viyana'yı, Copying Beethoven (2006) (Beethoven'ı Anlamak) filminin bize anlattığı şehri göremedim.

Eğitim hayatında azıcık da olsa psikoloji dersi almış olan herkes Sigmund Freud'u iyi tanır. Özellikle Psikanaliz'in kurucusu olma kimliğiyle.. Ve Nietzsche Ağladığında adlı kitabı okumuş olan herkes Freud'un hocası olan Josef Bauer ile tanışmıştır muhakkak.. O öykü de Viyana'da geçiyor..

İşte bunlar benim aklımda Viyana'nın karşılığı olan bilgiler ve gitme sebepleriydi.. Sonrasında çok daha fazla şey eklendi ve bir "İyi ki" ile veda ettim bu şehre de..

28 Aralık gecesi Budapeşte'den Viyana'ya geçtik. Prag gezisini tamamlayan yurt arkadaşım Nurgül ve Avusturya'da asistanlık yapan Zeynep ile buluştuk. 5 kişilik süper bir ekip olduk. Zeynep'le hikayemiz garip aslında, iki sene aynı dershaneye gitmiş, aynı hocalardan ders almışız; tek farkımız o benim üst dönemim imiş. İkimiz de birbirimizin adını duymuşuz ama tanışmak nasip olmamış. Derken Betül sayesinde Viyana'da tanıştık ve tanışır tanışmaz geçmişimizi döktük bir bir, nasip kısmet işte, iki yıl aynı çatı altında tanışamayan iki insan, gün gelir Viyana'larda tanışır, birbirlerini de pek severler :)

Viyana ekibi

29 Aralık'ta gezimiz başladı. Zeynep sağolsun bir kere gezmiş olmasına rağmen her yeri o kadar iyi biliyordu ki biz ne harita açtık ne de araştırma yaptık. Takıldık onun peşine, her yere gittik zaten iki koca günde. Allah herkese Zeynep gibi bir rehber buldursun :)

İlk durağımız Viyana Katedrali'ydi. Güzel, nezih hoş bir yerdi :p İçleri hep aynı da dışları çok görkemli, çok ince işçilikli, çok hoş ya.. Döndük, durduk, açıdan inceledik. Akşamları terk edilmiş şato gibi duruyor.. Çok ilginç, çok hoş bir yapı..


Viyana Katedrali

Viyana Katedrali

Viyana Katedrali

Sonraa adını şu an hatırlayamadığım ama katedralin pek yakınında adını şu an hatırlamadığım ama Viyana'ya bir gün gidersem kesinlikle tekrar uğrayacağım bir çaycıya girdik. Çaycı? Böyle söyleyince gözümün önünde esnafların çay ocağı gibi bir şey canlandı :) Yok ama burası çay satan bir yer, her ama her çeşit çay satan bir yer. İçine girdiğinizde sizi türlü türlü aroma kokularıyla karşılayan bir yer. Meyveli, çikolatalı, bilmem ne dağı, yaz çayı... Envayi çeşit çay.. Benim gibi bir çay manyağı bayıldı oraya, bayıldı! :)

Çaycı :D Çeşit çeşit çaylar, çeşit çeşit!



Sonra ise Viyana'nın İstiklal'inde şöyle bir yürüyüşe çıktık.. Viyana tarihi dokusunu, asaletini, zenginliğini ve aristokrat kimliğini en taze haliyle muhafaza edebilmiş bir şehir. Yukarıda saydığım bütün geçmişi orda görebiliyorsunuz, en canlı haliyle.. Bence Freud faytonuyla yanımızdan geçti, gitti.. Beethoven istediği mükemmel parçayı bir türlü besteleyemediği için yine kızdı, evinden çıktı sinirli sinirli, o asfalt olmayan, toynak seslerinin yansıdığı kaldırımlara attı kendini..

Güzeldi, çok güzeldi..


Viyana'nın İstiklal'i

Avusturya'nın geleneksel kıyafetleri

Viyana'nın İstiklal'inde bir dükkan

Mobil tuvaletler: "Partinize gelinir" :D

Viyana caddelerinden bir kare

Malum Viyana müzik şehri, opera şehri, konser şehri.. Dolayısıyla her köşe başında ellerinde konser bileti kataloğu, 1800lerden fırlamış kıyafetlerle karşınızda beliriveren, Türk olduğumuzu anlayınca "Merhaba, baklava, Allah Allah, maşallah, görüşürüz, selam, ..." gibi bildikleri bütün Türkçe kelimelerle karşımıza çıkıveren bilet satıcıları renklendirdi gezimizi :) hatta ben masum masum fotoğraf çektirirken bir tanesi fotoğrafıma sızmış, o da bir hatıra oldu :) Çok istedik bir konsere, operaya gidebilmeyi ama bütün acıtasyonlarımıza ve öğrenci oluşumuza rağmen ancak 20€'ya kadar indirebildiler bilet fiyatını. O da bizi aşıyordu :(


Haberim olmadan fotoğrafıma giren densiz :p

Bu durumu farkettiğimde benim verdiğim tepki

Empress Elizabeth of Austria'yı bilir misiniz? Nam-ı diğer Sisi? Ben bilmezdim :) Kendisi 19. yy'da yaşamış, Avusturya'nın imparatoriçesi ve Macaristan'ın kraliçesi imiş. Neden Sisi olduğuna gelince, Fifi gibi dersem ne düşünürsünüz? Evet, süsünden dolayı kendisine Sisi denmiş :) İşte Avusturya’nın tarihinde pek önemli bir yer işgal eden bu hanımın müzesi vardı Viyana’da. Biz paralı olduğu ve vaktimiz de sınırlı olduğu için giremedik içine. Aynı yerde Viyana kütüphanesini de bulmak mümkün. Bu yerde de Hitler konuşma yapmış zamanında, öyle de bir önemi var. Bu yerleşkenin ismi Hofburg. Viyana’ya gidince görülmesi gereken yerlerden. Zaten Viyana’nın doğal güzelliği filan yok; tarihi, sanatı ve mimarisi var. Eğer bunlara ilgiliyseniz, Viyana görülmeye değer.


Hofburg, Sisi Müzesi

Sisi etkisi :p

Hitler'in de konuşma yaptığı merdivenler, Viyana kütüphanesi

Ah Freud, Freud! Psikanalizin kurucusu, Bauer’in öğrencisi ve dostu, en radikal cinsel temelli psikolojik teorilerin sahibi.. Yolu psikolojiden veya eğitimden geçen herkes için önemli biri.. Benim de eğitim hayatımı pek bir süslemiştir kendileri. Viyanalıdır da aynı zamanda. Bu nedenle bir de Freud Müzesi var bu şehirde. Biz de koşa koşa gittik elbette. Müze pek hoştu, Freud’un kişisel eşyaları, taslakları, el yazmaları, ilk psikoterapi divanı, kızı Anna Freud’un çektiği belgesel, Freud’un rüya temelli teorileri üzerine çekilen siyah beyaz sessiz kısa filmler ve kitaplar.. Resimler elbet daha iyi anlatır diyerekten müzeden fotoğraflara bırakıyorum sözü..
Freud Müzesi

Freud Müzesi görmüş eğitimci adayı :D

Freud Müzesi'nde divanın olduğu odanın duvarındaki tablo. Çok orjinal ve manidar :)

Freud'un Psikanaliz divanı

Divan ile ilgili açıklamalar



Freud'un rüya teorileri baz alınarak çekilmiş kısa filmler

Kısa filmlerin açıklamaları

Sonrasında, hava yavaş yavaş kararmaya başlamışken kendi çapında küçük bir saray olan Belediye binasına ve hemen karşısında yer alan Tiyatro binasına gittik. Gün yavaş yavaş battı, biz de şaklabanlıklarımızla ona eşlik ettik. Tiyatro binasının etkisinden olacak epey eğlenceli, rezil, saçma ve unutulmaz dakikalar geçirdik :)


"İşte şu arkamda gördüğünüz bina altı üstü bi belediye binası" :D

Tiyatro binasını gördük, neşe ile doldu içimiz :p


Tiyatro binasını gördük ve..


Tiyatro binasını gördük ve..


Tiyatro binasını gördük ve..

Tiyatro binasını gördük ve..

Tiyatro binasını gördük ve.. :D

Hava karardı, Viyana’nın İstiklal’inde dolaştık durduk.. Yolun ortasında içimize bir sanat aşkı doğdu, sokakta saksafon çalan amcanın müziği eşliğinde dans ettik, bale yaptık, güldük, eğlendik. Bir de resim çekilelim dedik, bir restorandan Türkler çıktı karşımıza. Malum Avusturya’da da epey göçmen var. Öyle muhabbet ettik. Artık eminim, dünyanın neresine gidersek gidelim bir Türk görebiliriz, evet! Biz her yerdeyiz cidden yahu! 

Yorulduk, pek yorulduk. Bir sonraki durağımızda günün yorgunluğunu atalım, soluklanalım dedik. Ve Cafe Central’e gittik. Sıradan bir kafe değil orası, 1876’da açılan ve birçok şaire, yazara, politikacıya ev sahipliği yapmış bir kafe. Freud, Hitler ve Lenin bu kişilerden sadece üçü.. Viyana’ya gittiğinizde mutlaka gidilecek yerler listesinde epey yukarıda olması gereken bir yer, bence. Zaten çok, çok hoş, çok farklı bir yer. 130 yıllık bir tarihi bir anda soluyorsunuz. Ortamı anlatılmaz, yaşanır. İçeri girer girmez canlı piyano sesi karşıladı bizi.. Sara Brightman’ın meşhur “Time to Say Goodbye”ı.. Oturduk, en ucuz kekten sipariş ettik, sözde Avusturya’ya has tatlardan biriymiş ama bildiğin çikolatalı pastaydı. Neyse pasta bahane, mekan şahane modundaydık o sıra :) Anlatınca özlediğimi fark ettim. Cidden tekrar gitmeyi çok isterim.. İnşallah..
Cafe Central görmüş masum köylüler, görgüsüzler :p

“Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” sorusunun cevabını hala bulamadım. Ama bildiğim bir şey var: ne kadar gezersem, o kadar öğreniyorum. 15 yıllık öğrencilik hayatımda okudum durdum, okul sıralarında öğretilmediğimiz tarih kalmadı. Severek dinledim, öğrendim hep. Fakat tarihle hiç bu gezmelerimde olduğum kadar ilgili ve bilgili olmamıştım. Yeni fark ettim.

O benim özgürce dolaştığım Viyana sokaklarını bir zamanlar iki kere kuşatmışız biz. Önceleri sadece ezberleyip sınavdan sonra unuttuğum bu bilgiyi Viyana’da yaşadım, hissettim.

Katedralden bahsetmiştim; ilk gittiğimiz yer. O katedralin hemen yanında bir heykel vardı: elinde Haçlı bir bayrakla ayaklarının altına bir yeniçeriyi almış Avusturyalı asker heykeli. Bunu görünce çok şaşırdım, çok üzüldüm. Bizim turist olarak gittiğimiz, pek de heveslendiğimiz şehirde bu şekilde anılıyorduk işte. O an “bunu görmek için mi geldim ben?” bile dedim kendime, çok utandım. Avusturya’da daha ikinci sınıfta çocukların ilk öğrendiği tarih konusuymuş Viyana kuşatmaları. Biz öyle bir konuyla geçeriz ama onlarda baya yara olmuş bu. Ve bu nedenle Avusturya’nın pek çok yerine böyle heykeller anıtlar yapmışlar. Biz sadece az önce bahsettiğim heykeli gördük.


O heykel.. :/

İşte o akşam Cafe Central’den çıktıktan sonra Viyana caddelerinde dolaşmaya devam ederken rehberimiz Zeynep bize yolda yürürken bir binanın köşesine yerleştirilmiş küçücük bir heykel gösterdi heyecanla: Çerkez Dayı heykeli. Gündüz gördüğümüz heykelden sonra bakmaya ancak cesaret ettim, yine onun gibi bir şey göreceğiz sanıyordum ama heykeli iyice inceledikten sonra at şaha kalkmış bir yeniçeri olduğunu fark ettim. 


Çerkez Dayı heykeli

Tarihini, hikayesini hiçbirimiz tam olarak bilmiyorduk bu nedenle o an yorumsuz kaldık, şaşırdık. Sonra araştırınca öğrendim ki II. Viyana Kuşatması’nda Viyana duvarına atılan bir güllenin açtığı delikten bir hışımla giren Çerkez Dayı imiş, duvarı geçtikten sonra arkasına baktığında kimseyi görememiş. Ama o geri dönmemiş, şehit oluncaya dek canla başla Avusturya askerleriyle savaşmış. Daha sonrasında Avusturya krallarından biri bu kahraman askeri atıyla birlikte mumyalatmış ve bir de heykelini diktirmiş, saygıdan, takdirden.. Bu nedenle Çerkez Dayı pek çok Türkün bilmemesine rağmen bizim Viyana’daki Türk temsilcimiz, bekçimiz, gururumuz. Bu hikayeyi duyunca çok içlendim, çünkü bilmiyordum.. Bizim bugün laylaylom gezdiğimiz sokaklarda atalarımızın çok kanı dökülmüş zamanında, hiç bu gözle bakmamıştım bu topraklara, hiç.. Şimdi çok daha farklı hissettiriyor gördüğüm her şey bana..

Günümüzü böylece sonlandırdık. Ama sanmayın ki burada sonlandıracağım Viyana faslını. Olur mu öyle şey, daha ikinci günümüz var :)

Ertesi gün oldu, Schönbrunn Sarayı’na gittik. Burası bizim Topkapı Sarayı. Güzel, geniş, ferah, yeşil bir alan. Sisi moduna girdik, havamızı takındık, gezdik gezdik :) İçine elbette giremedik. Biz ancak –mış gibi yapanlardanız :) Yalnız cidden çok hoştu saray, denizi görmeyen sarayı ben n’eyleyim dedirtse de, Avusturyalılar denizin yokluğunu mimariyle telafi etmeye çalışma noktasında epey ileri noktaya gelmişler. Bir havuz vardı, donmuştu. Tamam biliyoruz çook soğuk da, böyle yüzümüze vurulmasına gerek yoktu :)


Schönbrunn Sarayı


Saray görünce prenses havasına girmiş masum vatandaş

Schönbrunn Sarayı

Donmuş havuz


Sarayı içine girmeden dahi dolaşmak saatlerimizi aldığından gitmek istediğimiz yerlerden birkaçını elemek durumunda kaldık ve rotamızı müzeler yerleşkesine çevirdik. 

Kunsthistorisches Museum ve Naturhistorisches Museum binalarının ikiz ve karşı karşıya oldukları bir yer burası. Çok hoştu bunu böylece görmek :) Birini oradan kaldırsanız diğeri anlamsız kalacak gibi.. Sürekli birbirlerine selam durumundalar gibi.. Sanki insanlar aralarından geliyor geçiyor da onlar karşılıklı oturup dedikodusunu yapıyorlar gibi.. Canlı gibi.. Değişik ve güzeldi :)


Kunsthistorisches Museum (bi daha bu müzelerin adını yazmak istemiyorum :D)

Hava açık ve güneşliydi, günlerden ise Pazar’dı. Bu nedenle orada bir gelin ve damada rastlayabildik. Düğün fotoğraflarını çektirmek için oraya gelmişlerdi :) Onları izledik bol bol. Sonra Kelebek Evi’ne (Schmetterlinghaus) bir göz attık, dışından :D Çok ilginç bir yer esasen, şu an içine girmediğim için hüzünlüyüm azıcık :D Dünyanın pek çok yerinden kelebekleri toplayıp getirmişler, onlara bir de güzel tropik bir ortam yapmışlar, yaşıyor kelebekçikler. Bildiğiniz canlı, ordan oraya uçan kelebekler varmış içinde. İsteyen orda düğün de yapabiliyormuş :D


Gelinimizle damadımız


Kelebek Evi

Sonrası ise elbetteee Viyana Opera Binası. Her ne kadar bir gösteriye dahil olamamış da olsak bu binayı görmek bile azıcık melodiyle doyurdu kulaklarımızı :) İlginç bir anektod: Opera Binası’nın altında bildiğiniz tuvalet var, wc işte, halka açık filan :D Müzikli o. Klasik müzik çalıyordu tuvalette. Bunun da reklamını yapmışlar bi güzel. Viyana’ya giderseniz o tuvalete mutlaka bi bakın, çok turistik :D


Operanın tuvaleti :D

Vee son duraklar nihayet.. Hundertwasserhaus ve Prater.. İlkinin tam meali 100 su evi. Tabi Türkçeye çevirmek anlamsız çünkü ev, adını sanatçının soyadından alıyor. Bu ev bir mimar ve bir ressamın eseri. Eve ismini veren kişi ressamımız Friedensreich Hundertwasser. Mimarımız ise Joseph Krawina. Ben Viyana’ya gidene kadar böyle bir evin varlığından bile haberdar değildim. Ama hayatımda gördüğüm en en en orijinal yapılardan. Bakmak bile eğlenceli! Kesinlikle gidilmesi gereken yerlerden biri.


Hundertwasserhaus
Hundertwasserhaus

Evin özelliği ise dışının rengarenk olması, içinin ise hiçbir yönden düzgün olmaması. Bastığınız yer düz değil, mobilyalar düz değil, sıradan olan hiçbir şey yok, her şey yamuk yumuk :) harikaydı! Gördüğüm en özgün yapılardan biri, hatta yapı a diyebilirim direk.

Friedensreich Hundertwasser şöyle demiş: "Ressam özgür olmak istediği evler ve mimariler hayal eder ve bunları da gerçekleştirir." (Vikipedi)

Ve nitekim dediğini yapmış üstad :)

Prater’e gelinceee… Bildiğiniz lunapark. Fakat tarihteki ilk dönme dolabın yer aldığı lunapark.. Vakit darlığından dolayı binemediğimiz dönme dolap :( Bu bildiğimiz dönme dolaplardan farklı: vagonlardan yapılmış. Bildiğiniz vagonların içine giriyorsunuz. Hatta işi o kadar turistik hale getirmişler ki, eğer çok paranız varsa bu dönme dolapta vagon kiralayıp romantik akam yemeği filan yiyebiliyorsunuz.. Böyle de bir yerdi.. :)

Prater'deki dönme dolap

Dönme dolap ve işte vagonlar

Prater

Prater

Sonunda! Viyana gezimizi de nihayetine erdirdik ve benim için rüya şehri olan Prag’a doğru yöneldik. 

Viyana'ya bir veda hediye edildi ve yola devam edildi.. Viyana.. Sanat adına değer verdiğim pek çok şeye yuva olan şehir.. Kaldırımlarını sevdiğim şehir.. Tarihini sevdiğim şehir.. Melodisi kulağımda kalan şehir..


Aklımda krem rengi kalan şehir..


1 yorum:

  1. Merhaba, öncelikle elinize sağlık hoş bir yazı olmuş okurken zaman zaman gülümsedim :) benzer ilgi alanlarım olduğu için belki.Prag-Viyana-Budapeşte gezisi yapacağım ben de. gitmeden yazınızı okumak iyi oldu. Irvın Yalom "Nietzsche ağladığında" üstüne o tadı alarak okuyabildiğim nadir kitaplar olduğu için bu ismin zikredilmesi de hoşuma gitti. Krem rengiyle aklınızda kalan bu şehri ben de çok merak ediyorum:)

    YanıtlaSil