Vay be.. Sevgili blogumu, anılarımın
renkli güncesini çok ihmal etmişim. Ayıp bana. Sonunda oturabildim başına ve
güzel günlerden, güzel anılardan bahsedeceğim yine. Umarım bu renkli sayfalar
telafi olarak sayarlar cümlelerimi :)
Uzun zaman sonra yine uzak diyarlardan
birinden, eski Osmanlı topraklarından, iki yakanın aşkına şahitlik eden bir
nehirden ve bir şehirden, nice şarkıların esintilerinin gökyüzüne gece renginde
yansıdığı bir rüyadan, Budapeşte’den bahsedeceğim.. Gecesine aşık olduğum
şehir: Budapeşte.. Bahis sebebim ise yine aynı, o güzel hisleri yitirmeden
kaydetmek; unutmamak..
Siz bu yazıyı okurken bir yandan da Tuna marşını açayım ben o halde, çok duyumuzla hissedelim Buda'yı, Peşte'yi ve Tuna'yı..
Malum Avrupa’da Noel en büyük tatil
zamanı. Biz Comenius Asistanları için de 15 günlük bir tatil söz konusuydu.
Noel kısmını geçelim de, boş geçirmemek lazım idi kocaaa 15 günü. Biz dee,
toplaştık hadi mini bir Avrupa turu yapalım dedik. Belçika’da asistanlık yapan,
Boğaziçi’nde doğru düzgün görüşmediğimiz ama Avrupa’da can ciğer olduğumuz
Betül ve Fazilet ile. Viyana’da daha farklı, bir o kadar can başka güzel
insanlar da katıldı gezimize ve eşsiz bir tatil oldu. Hayatımın eeen yorucu 1
haftalarından biriydi, ama bir o kadar güzeldi.
Budapeşte tayfası |
Genelde Avrupa turu deyince seyahat
şirketlerinin çiftlerin karşısına çıkardığı ilk turlardan biri Budapeşte,
Viyana ve Prag turudur. Biz de bu komşu ülkelerin tadına varalım, hepsini
güzelce yaşayalım, tadalım dedik ve rotamızı bu ülkelere çevirdik. Tabiiyy kii
hepimizin küçücük bir sorunu vardı ki bu ülkelere varıncaya kadar hepimiz göz
ardı etmiştik: dünyanın en romantik şehirlerinden üçüne kızlarla toplaşıp
gitmiştik! :D Bu nokta hep yaram olarak kalabilir :D Ah ah..
Ben yine baştan başlayayım her zaman
yaptığım gibi. 27 Aralık sabahı saat 5 gibi aldım sırt çantamı Berlin’den
çıktım yola.. Almanya’nın güzel bir şehrinden, Dresden’den geçerek Prag’a
ulaştım ve orda 3 saat mola verdim. Güzelce kahvemi içtim, Facebook’ta
çek-in’imi yaptım ve tekrar Budapeşte yollarına düştüm. Slovakya’nın başkenti
Bratislava’dan geçerek yolculuğumuzu nihayet Budapeşte’de sonlandırabildik.
Böylece yaklaşık 16 saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından Budapeşte’ye
varabildim. Sonuç? Pert. Macaristan’ın para birimi Forint. Saat 22:00 ve açık
döviz bürosu yok. Mecburen bankamatikten para çekmek zorunda kaldım, yoksa
metroya binemeyecektim. Eğer para birimi € olmayan ülkelere gidecek olursanız,
çok küçük bir meblayı mutlaka (bozukluklar da olacak şekilde) geldiğiniz ülkede
değiştirin. Benim bu yüzden ağzım çok yandı, gerek Norveç’te, gerek
Macaristan’da. Bankalar çok fazla komisyon alıyorlar. Artık bu küçük dersi
cebimde taşıyorum yurtdışı gezilerinde.
Para işini hallettikten sonra sıra metro
bileti almaya geldi. “Aman altı üstü metro, bundan neden bu kadar bahsediyorsun
yahu?” demeyin Budapeşte metrosu Avrupa’nın en eski metro sistemi. Efendim hiç
de o kadar hoşumuza giden bir şey değildi bu, insan Taksim’deki nostaljik
tramvaylar gibi bir şey bekliyor ama gelen şey Lacivert metal bi tabut gibiydi.
Parçalanmak üzere olan nitrogliserin sandıkları gibi. Sıra sıra dizilmişler,
sözde bizi taşımak için gelmişler. İçine girdiğinizde artık o metronun tek
parça halinde gideceği yere ulaşamayacağına ikna oluyorsunuz. Ayakta durmak, ve
sesli konuştuğunuzda kendinizi duymak mümkün değil. İşte böyle sallana sallana
çok şükür ki tek parça halinde yeryüzüne çıkabildik.
Budapeşte metrosu |
Hosteli bulmak çok kolay oldu, zaten merkezdeydi. Eğer yolunuz düşerse hem çok ucuza (7€) hem de gayet güzel şartlarda kalabileceğiniz bir gezgin hosteli: Wombats City Hostels’in Budapeşte kolu. Şiddetle tavsiye ederim.
Derken hostelde gezi arkadaşlarım Fazilet
ve Betül ile buluştuk. Kendileri ta Belçika’dan gelip, benden geç yola çıkıp
benden erken varmışlardı, uçak sağolsun. (bkz. Otobüsle mi gezeceksin? Bi daha
sormam bak iyi düşün.)
Ve uyuduk uyandık, Budapeşte gezimize
başladık. Bu şehre sadece 1 gün ayırdığımızdan ve geziye saat 10 civarı
başladığımızdan sebep, dedik ki bi Sightseeing bulalım, onunla gezelim.
Nitekim, çok da iyi oldu. Hop on hop off diye şehir turları var her ülkede. Ben
de burda öğrendim. Günlük bilet alıyorsunuz, bu arabalar yarım saatte bir
kalkıyorlar ve belli duraklarda duruyorlar. Siz istediğiniz durakta inip, gezip
sonra bi sonraki arabaya binebiliyorsunuz. Çok ideal bir tur. Fakat biz çok
akıllıca kullanamadık bu turu. Tek bir tur 2 buçuk saat kadar sürüyordu, biz
“bi tur gidelim arabanın içinde, dönüşte istediğimiz yerde ineriz” dedik. Meğer
tur gidiş-dönüş değil de daireselmiş, başladığımız yerde bitti, bizim için de
baya zaman kaybı oldu. Bu nedenle bu turları kullanırken istediğiniz durakta
inin, bir daha geri dönmeyecekmiş gibi, sonra tekrar binip devam edin. Bu da
benden hem gelecek seyahatlerime hem de sizlere tavsiye :)
Nihayet kırık dökük otobüsümüze bindik,
kulaklıklarımızı takıp sesli rehberin dilini ayarladık. Veee Budapeşte’nin
merkezi olan ve Peşte yakasında bulunan Deak meydanından turumuza başladık ve
rehber de birebir çevrilmiş olan metni kulağımıza okumaya başladı. Elbette ana
dil candır dedik ve bu şehri Türkçe dinledik. Bu esasen biraz komik oldu çünkü
Macarlar gerçekten çok milliyetçi ve zaman zaman Osmanlı’yı ve de Türkler’i
kötüleyen ifadeler kullandılar ve biz bunları Türkçe dinlemek zorunda kaldık..
Bunlara vakti gelince değinirim :)
İkinci durağımız Budapeşte’nin Opera Evi
idi. Gariptir, Avrupa’daki Opera binaları hep birbirine benziyor. Christmas
öncesi olduğundan sebep her yerde Noel ağacı tabi. Bir de çoğu resmi otobüsün
içinden çekmek zorunda kaldım, çünkü her durakta inmek mümkün değildi vakit
darlığından dolayı. Bu biraz tatsız oldu, çoğu yeri öylesine görüp geçmiş gibi
olduk.
Budapeşte Opera Evi |
Üçüncü durağımız Budapeşte’nin meşhur Kahramanlar Meydanı idi. Burayı da rehberden dinlediğim kadarıyla anlatmaya çalışayım. Öncelikle Michael Jackson’ın History albümünün klibi burda çekilmiş. Tabi pek fazla montaj, montaj.. Ben klibi izlediğimde meydanı zor tanımıştım.
Kahramanlar Meydanı |
Bu meydan Macarlar için pek önemli. Tarihte bu milletin bağımsızlığına katkıda bulunmuş insanlar anısına dikilmiş anıtlardan oluşuyor. Bu insanlardan biri I. Leopold, kendisi Türkleri yenmiş biri imiş :) Ortada bulunan heykelin tepesinde baş melek Cebrail’i temsil eden bir heykelcik ve elinde iki yatay çizgisi bulunan bir haç var. Bu çizgilerden biri devletin, diğeri ise halkın refahını temsil ediyormuş. Esasen Macaristan’da misyonerlik tarihi ile ilgili pek çok şey dinledik bu turda..
Bu meydan bugün hala pek çok mitinge,
konsere vs ev sahipliği yapıyormuş. Anıtların hemen sağında da Sanat
Müzesi/Galerisi var.
Sonra sırasıyla hayvanat bahçesini,
Budapeşte’nin meşhur tatlıcısını, sirkini ve kaplıcalarını geçtik. Avrupa’nın
en önemli kaplıcalarından biriymiş bu. Budapeşte’yi Budapeşte yapan şeylerden
biri de sahip oldukları sıcak su kaynaklarıymış.
Budapeşte tatlıcısı |
Budapeşte sirki |
Budapeşte hayvanat bahçesi |
Şimdiden ne kadar uzattığımı farkettim, hızlı geçmeye çalışacağım, sonra diğerlerini yazmaya hal derman kalmıyor ellerimde :) Otobüsün içinden kafese tıkılmış maymunlar gibi burunlar camda, kulaklıklar kulakta adlı gezimize Vajdahunyad Kalesi’ni de geçerek devam ettik veee New York Cafe’ye geldik. Budapeşte’yle ilgili içimizde kalan iki şeylerden biri bu kafede oturup bir kahve içmek oldu. Zira bayağı meşhur bir yer kendisi, çok farklı bir dokusu varmış. Diğer içimizde kalan şey ise geleneksel Budapeşte tatlısından yiyememek oldu. Neyse dedik, başka zamana dedik ve gezimize devam ettik.
Burası da Budapeşte'nin İstiklal'i |
Bunlar Budapeşte'nin otobüsleri. Bildiğiniz otobüs, tekerlekli filan. Bu yüzden tepesindeki tellerin sebebini anlayamadık :) |
Budapeşte'nin dantelli metro girişleri |
Cadde tabelasında WC işareti. Bu epey güldürdü beni :)) |
1000 yatak kapasiteli Hotel Astoria’yı da
geçtikten sonraaa Budapeşte Sinegogu’na geldik. Burası en önemli sinegoglardan
biriymiş. Yapı güzelliği itibariyle Amsterdam’daki en güzel sinegogdan sonra
geliyormuş :) Yahudilerin tarihini, felsefesini, inancını filan biiir güzel,
biir uzun anlattıktan sonra “Budapeşte’deki Yahudi dünyası hakkında daha fazla
bilgi sahibi olmak istiyorsanız Yahudi Budapeşte isimli turlarımıza
katılabilirsiniz” diyerek kapattı bu konuyu rehberimiz :)
Git gide heyecanlanmaya başlıyorum yazdıklarımda çünkü az sonra beni benden alan, o ana kadar “hmm bu muymuş Budapeşte, iyi, hoş, pek de bir şey yokmuş aslında” dediğim Budapeşte’nin büyüleyici yüzünü gördüğüm yere geleceğim. Gellert Hill var tabi ondan önce. Türkçe’de Gürz Elyas Bayırı imiş :) Gürz Elyas bir Bektaşiymiş. Osmanlı zamanlarında Budapeşte’de yaşamış ve mezarı bayırın tepesindeymiş. Ve bu tepede bir heykel var, bu heykeldeki kişi en önemli misyonerlerden biriymiş. Fakat sonradan çivili sandığa kapatıp tepeden aşağı yuvarlamışlar. Sonradan anısına bu heykeli dikmişler.
Bu da sinegog |
Git gide heyecanlanmaya başlıyorum yazdıklarımda çünkü az sonra beni benden alan, o ana kadar “hmm bu muymuş Budapeşte, iyi, hoş, pek de bir şey yokmuş aslında” dediğim Budapeşte’nin büyüleyici yüzünü gördüğüm yere geleceğim. Gellert Hill var tabi ondan önce. Türkçe’de Gürz Elyas Bayırı imiş :) Gürz Elyas bir Bektaşiymiş. Osmanlı zamanlarında Budapeşte’de yaşamış ve mezarı bayırın tepesindeymiş. Ve bu tepede bir heykel var, bu heykeldeki kişi en önemli misyonerlerden biriymiş. Fakat sonradan çivili sandığa kapatıp tepeden aşağı yuvarlamışlar. Sonradan anısına bu heykeli dikmişler.
Gariptir, çok gariptir ki tarihte hep
böyle olmuş, önce birileri olabilecek en kötü işkencelerle öldürülmüş, sonra da
ya heykeli dikilmiş, ya da bir yerlere ismi verilmiş. İnsanlık hep kendini
rezil etmiş, hep ayıp etmiş. Bir bulvar daha vardı Budapeşte’de: köylü
ayaklanmasını başlatan biri varmış, ayaklanma bastırıldıktan sonra,
ayaklanmanın lideri kızgın tahta oturtulup, başına kızgın taç geçirilip
öldürülmüş. Sonra da ayaklanmanın olduğu o bulvara öldürülen liderin ismi
verilmiş.
Yavaş yavaş Citadella’ya gidiyoruz şimdi.
Cadıların mekanı, cadıların diyarı :p Evet, evet, buna inanılıyor. Tarihte
cadıların cidden de burda yaşadığına inanılıyor. Bu yüzden burası lanetli tepe
gibi bir şey. Çok gülmüştük dinlerken, bu tepeye herhangi bir yapı kurmanın
lanet getireceğine inanılırmış. Ama tarih boyunca buna aldırmayıp bina inşa
edenler olmuş. Avusturyalılar gibi.. Birkaç millet daha saymıştı ama
hatırlamıyorum. Sonra da dedi ki: “Nitekim Avusturya Macaristan İmparatorluğu
dağılmıştır” yani bu lanete bağlıyorlardı imparatorluğun yıkılışını.
Rehberde bir şey daha söylendi. Hem benim
hem de tarihin kalbi kırıldı. Tam hatırlamıyorum ama hatırladığım kadarıyla
yazmaya çalışayım: “Ünlü biri bir zamanlar ‘Venedik suyun, Floransa ovaların,
Buda ise dağların üzerindeki incidir’ demiş. Fakat ne var ki tarih boyunca önce
bilmem neler sonra Türkler gelmiş, pek çok eseri yakıp yıkmış ve bugüne çok az
eser kalmıştır” idi rehberin söyledikleri. Biz bunu duyduk ve Betülle aynı anda
birbirimize dönüp kocaman bir “Aa!” dedik. Ne acı ki bunu pek çok, pek çok
insan dinliyor. Sonra Betül Seyahatname’de Budapeşte’nin nasıl geçtiğinden
bahsetti. Ben de doğrudan kitaptan olmasa da bir Macaristan’ı tanıtan bir
internet sitesinden aldığım bu bilgiyi burada paylaşayım ki gerçeği bilelim.
“Budin, Evliya Çelebi’nin yazdığına göre, Osmanlı’nın 25 cami, 47 mescit, 12 medrese, 16 mektep, 10 tekke/türbe, 2 hamam, 9 han, 8 ılıca, 75 sebil, 3500 ev, 1 çeşme, 1 baruthane, 1 saat kulesi, 1 bedesten inşa ettikleri 24 mahalleli ve bizzat Evliya Çelebi’nin ifadesiyle 'Macarı az bir Türk şehri' idi. Osmanlı mülkünde İstanbul, Bursa ve Edirne’den sonra en sevilen şehir burasıydı. Çok sevildiği, için 'Nazlı Budin' denirdi.”
Buda’nın Osmanlı’daki ismi Budin idi. Ve Osmanlı
Budapeşte’nin tamamına değil, sadece Buda yakasına sahipti.
Bu arada söylemeyi unuttum fakat maalesef gitmek istediğimiz
bir yere daha gidemedik, aslında biraz da boynumuzun borcu olan bir ziyareti
yerine getiremedik. 16. Yüzyılda yaşamış bir Bektaşi dervişi olan Gül Baba’nın
Buda’da olan türbesini ziyaret edemedik.
Çok isterdim bu şehirde buram buram Osmanlı kokusunu duyduk
demeyi ama maalesef.. Genelde duyduğumuz koku Budapeşte’de Hırıstiyanlık,
Yahudilik ve tarihle barışık olmayan bir milliyetçilik kokusuydu.
Ve nihayet, ben Budapeşte’deki aşkıma kavuştum.
Citadella’da, o tepede aradığımı buldum. Düşünün ki İstanbul boğazına bir
tepeden bakıyorsunuz, alabildiğine uzak, bir o kadar yakın.. Her şey hem çok
küçük görünüyor, serap gibi; hem de kocaman gerçek gibi.. Bir gün intihar
etmeyi düşünürseniz gidin Citadella’nın tepesinden Tuna’ya salın kendinizi :D
Tuna’yı gördüm sonunda, evet..
Derler ki: “Tuna, aslında kahverengi olan o nehir, sadece
aşıklara mavi görünürmüş.” Böyle tanıdım Tuna’yı ve böyle başladı merakım.
Zaten hangi şehre gidersem gideyim en çok suyu kalmıştır aklımda, nehri,
deresi, suyu, denizi.. Her ne varsa..
Tuna’yla ilk karşılaşmamız kahverengi oldu.. Çok mutlu oldum
esasen, mavi görseydim üzülecektim :) O an Tuna’ya aşık oluverdim.. Sonra
Viyana’ya, sonra Prag’a.. Öncesinde bana Tuna’yı mavi gösterecek bir aşk
olsaydı fazla gelirdi, böyle iyi oldu :)
20 dakika orda kaldık, yetmedi. Hiç yetmedi. Daha seyredecektim
ben Buda ve Peşte’nin aşkını.. Tuna’nın hem ayırmasını hem kavuşturmasını.. Bir
bir ezberleyecektim iki yakanın şarkısını.. Yarım kaldı..
Bundan sonrası mı? Chain Köprüsü’nü, Buda Kalesi’ni,
Fishermean’s Bastion’ı, Marcius 15. Meydanı’nı ve Parlemento Binası’nı gördük,
hepsinden geçtik bir bir.. Ama benim aklım geride bıraktığım manzarada kaldı..
Bunları pek net hatırladığım söylenemez.. Köprülerin üzerinden geçerken fazla
bir şey hissetmedim zaten, yukarısı bambaşkaydı çünkü.. Çok başka bir büyüsü
vardı..
Sonra tekrar tura başladık. Çok şanslıydık, çünkü Citadella’ya vardığımızda hava kararmak üzereydi. İşte o aşık olduğum yere geri döndüm ve gündüz gördüğünden çok daha fazla şeylere tanıklık etme şansı bulabildi gözlerim. Budapeşte’nin üzerine akşamın çöküşünü ve çöken akşamı gördüm.. Budapeşte’nin gecesini gördüm.. Ve ben bu şehrin ne saraylarına ne tarihine; ama gecenin sahiplendiği iki yakanın sevdasına aşık oldum..
Ve o ana kadar bana kendini hissettirmeyen renklerden biri
sonunda Budapeşte’ye de kondu ve karar verildi: Budapeşte’nin rengi parliament
mavisi..
Budapeşte'nin otobüsleri dediğiniz araçlar, bir nevi elektrikli otobüs olan troleybüslerdir. Enerjilerini arşe denilen tavanlarındaki bir çift uzun kolla, üstündeki havai hattan alırlar.. Ray üzerinde gitmedikleri için tramvaya göre daha esnek araçlardır ve sollama-sağlama yapabilirler. Budapeştede çoğunluğu İkarus olmak üzere Solaris ve Man troleybüsler çalışmaktadır.
YanıtlaSilÇigan gecesine katılmalı mıyız bilemedik! Tesettürlüyüz öneriniz nedir. Çok acil cevap lütfen
YanıtlaSil