Eveet! Bir gün bana Almancı olacaksın deselerdi tek cevabım
“Allah korusun!” olurdu. Yok ama, gerçek oldu. Neyse ki geçici. Evet. Geçici.
Almanya’dan öğrendiğim ilk şey “yalnızlık” oldu. Anlaşılan bu, gurbetin ilk
kuralı. Şimdiden geri saymaya başladım: kaldı 33 hafta! :)
Uçakta
Ben baştan başlayayım anlatmaya.. Hem meraktan ve endişeden
kıvranan ailem ve can arkadaşlarım için,hem de unutmamak için bir bir anlatayım
her şeyi. 10 Eylül’de havaalanına geldim. Fakat ondan önce uçak faslı var
elbet..
THY’yi hep sevmişimdir, koltuklarda müzik ve kulaklık, bedava koltuk seçebilme ve bu sayede hep cam kenarında oturabilme imkanı, gayet detaylı bir yemek ikramı vs. Oh mis! Kamil Koç bir THY iki.. Kahvaltı da yapmamış olduğumdan yemek o an her şeyden değerliydi benim için. Derken o an geldi, sevgili küçük şirin tepsimi verdiler. Salata niyetine pembe, etimsi bir şey gördüm. Elime almış ne olduğunu anlamak için evirip çevirirken yanımdaki abi bana “Somon füme o, domuz eti filan değil yani endişen olmasın, balıktır; tavsiye ederim” dedi. Ben “Ama çiğ” dedim. O “Evet çiğ” diye cevapladı. Muhabbeti devam ettirmeyi çok istedim ama istemediğim şeyler söylemekten korktuğum için susmayı yeğledim. Anlık şoku üzerimden atınca altındaki yoğurtlu börülceyle birlikte belki yenilebilir diyerekten yemeye başladım ama mide bulantısıyla geçen bir gecenin büyük finalini yapma aşamasına geldiğim için orda durdum. Pis. Suşi yenilebilir, ondaki çiğ balığı bir şekilde saklıyorlar ama bunu övüne övüne, alenen çiğ olarak getirmişler yahu! Böylece uluslararası maceralarımdan birinde daha bir ilk yaşamış oldum. Ama bu uzun süreli seyahatime başlar başlamaz yemekle ilgili böyle bir anı yaşamak bana önümdeki 9 ay konusunda hiç ümit vermedi açıkçası. Aahh ah.. Babacığım oku bunları, senin tuttuğun kızılkanatları bile hiç sevmediğim halde arar oldum inanır mısın?
THY’yi hep sevmişimdir, koltuklarda müzik ve kulaklık, bedava koltuk seçebilme ve bu sayede hep cam kenarında oturabilme imkanı, gayet detaylı bir yemek ikramı vs. Oh mis! Kamil Koç bir THY iki.. Kahvaltı da yapmamış olduğumdan yemek o an her şeyden değerliydi benim için. Derken o an geldi, sevgili küçük şirin tepsimi verdiler. Salata niyetine pembe, etimsi bir şey gördüm. Elime almış ne olduğunu anlamak için evirip çevirirken yanımdaki abi bana “Somon füme o, domuz eti filan değil yani endişen olmasın, balıktır; tavsiye ederim” dedi. Ben “Ama çiğ” dedim. O “Evet çiğ” diye cevapladı. Muhabbeti devam ettirmeyi çok istedim ama istemediğim şeyler söylemekten korktuğum için susmayı yeğledim. Anlık şoku üzerimden atınca altındaki yoğurtlu börülceyle birlikte belki yenilebilir diyerekten yemeye başladım ama mide bulantısıyla geçen bir gecenin büyük finalini yapma aşamasına geldiğim için orda durdum. Pis. Suşi yenilebilir, ondaki çiğ balığı bir şekilde saklıyorlar ama bunu övüne övüne, alenen çiğ olarak getirmişler yahu! Böylece uluslararası maceralarımdan birinde daha bir ilk yaşamış oldum. Ama bu uzun süreli seyahatime başlar başlamaz yemekle ilgili böyle bir anı yaşamak bana önümdeki 9 ay konusunda hiç ümit vermedi açıkçası. Aahh ah.. Babacığım oku bunları, senin tuttuğun kızılkanatları bile hiç sevmediğim halde arar oldum inanır mısın?
Uçaktan indim sevgili iş arkadaşım Mandy beni almaya geldi
ve arabayla bir saatlik yolculuğun ardından kalacağım yurda geldik. Yurduma
bayıldım! Uzun süredir yalnız başıma 1+1 evde yaşamanın hayalini kurardım,
gerçek oldu. 1+1 değil ama; bana ait çok minik bir dairede kalıyorum. Apart gibi. Ama ihtiyacım olan her
şey var. Her şey ama tek kişilik… Tek… Geldiğimde masamın üzerinde kelebeklerle
bezenmiş bir kağıtta “Herzlich Wilkommen” ve “Hoşgeldiniz” yazıyordu. Posta
kutuma IKEA kataloğu da koymuşlar hoş geldin armağanı olarak, beni tanıyorlardı
cidden J
Mandy bana ertesi gün ne yapacağımı ve yurt hakkında temel kuralları içeren
kâğıtlar bırakıp gitti. İlk görevim ertesi gün “kendi kendime” iki vesait
değiştirip yurtla ilgili anlaşmayı imzalayacağım yere gitmekti. Civardaki
insanlar doğru düzgün İngilizce bilmiyorken ve telefonum yokken ve
kaybolduğumda nasıl geri döneceğimi bile bilmediğimden epey büyük bir sınavdı
bu benim için. Kendimi annesinin elini bırakamayan bir çocuk gibi hissettim.
Mandy beni bırakıp gittiğinde aynen o kadar korktum.
Ben bu cadde üzerinde yaşıyorum işte :) |
Bu arada adresim: WH "Victor Jara" Oberfeldstraße 111, Vo Nr: 724.01.02.02.1, 12683, Berlin, Deutschland
İşte bu da o şirin, küçük posta kutum :) |
Postalarınızı, mektuplarınızı beklerim. Posta kutum var, açtığımda içinde zarflar filan olunca çok heyecanlanıyor; mutlu oluyorum, bilesiniz :)
Kanım acıktı. Civarda tek bir kafe bile yoktu yemek
yiyebileceğim. Yaşadığım muhit, sadece evlerle dolu. Türkiye’deki hiçbir yere
benzemiyor. Mimarisine ise bayıldım! Hani şu Amerikan filmlerinde gördüğümüz
iki katlı müstakil evler var ya; düzgün düzgün dizilmiş, şirin balkonlu ve
bahçeli; işte her yer onlarla dolu. Bir de ağaçlarla… Yeni bir ülkeye ya da
şehre gittiğimde gelişmişliği hakkında bir karara varmak için iki şeye
bakıyorum hep: mimarisine ve altyapısına (ulaşım sistemlerine ve arabalarına).
Doğru ölçütler olmayabilir belki bu değerlendirmeyi yapmak için, ama benim
aklıma gelişmişlikle doğru orantılı olarak hep bu iki kıstas gelir, böyle
hissettirir. Almanya ikisinin de tavan yaptığı bir yer. En az dört şeritli
yollar, acayip sistematik ulaşım ağı ve iki katlı SİMS evleri gibi müstakil
konutlar… Ayrıca burada herkes bisiklet kullanıyor. Bu nedenle bisiklet yolları
var tabii. Ama bu benim için pek iyi olmadı. Yanlışlıkla o yoldan yürüdüğümde
bisiklet sürücüleri ya sövüyor, ya dibimden hızlıca geçiyor ya da kenara
çekilene kadar korna çalıyor. Fakat gariptir, arabaların korna çaldığını hiç
görmedim. Direksiyon kursunda hocam İsviçre’de bir sürücü testinde yaşadığı bir
anıyı anlatmıştı. Direksiyon sınavı esnasında korna çalmış. Sınavı yapan kişi
az daha bu yüzden onu bırakacakmış. Şöyle demiş: “Korna çalabileceğin iki durum
vardır: geçiş hakkı seninken yayaların önünden geçmeye çalışması, ki ya engelli
ya da yaşlı biri geçerken böyle bir şey olabilir ki bu durumda korna
çalamazsın; veya öndeki araba kurallara aykırı davrandığında, yanlış durma
gerçekleştiğinde filan.. ki o durumda müdahale edecek polisler var zaten, yine
korna çalamazsın.” Sonra aklıma benim güzel ülkemdeki çocukların ilk öğrendiği
oyunlardan olan düttürüdüt kovalamacası geldi. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim
ki, evet, bu şehirde kural ihlaline tolerans yok!
Markette
Bütün bu acemilikleri de aldım yanıma ve markete doğru yol
aldım. Bizim oranın BİM’i gibi bir şeymiş LİDL, ama çok daha büyük. Cafe filan
yoktu etrafta, olsa da yiyebileceğim bir şey olur muydu bilemiyorum. Neyse,
pişirebileceğim birkaç şey aldım, bir sepete ihtiyaç duydum, tıpkı Türkiye’deki
gibi marketin başına geldim ama ne sepet ne de araba vardı. Ama marketteki
herkes arabalarla dolaşıyordu. En sonunda marketin dışında olduklarını anladım.
Elimdeki her şeyi bir bir yerine bırakıp marketten çıktım, girişe geldim, evet
bir sürü araba vardı. Tam orada iki genç kız ellerindeki arabayı yerine
bırakmaya çalışıyorlardı. Ben el kol hareketleriyle İngilizce “Onu bana verin
hele, ne siz uğraşın ne de ben.” Demeye çalıştım Türk mantığıyla ama bana garip
garip “Deli mi ne!” bakışı attıktan sonra arabanın içinden bozuk paralarını
söküp aldılar. Meğer arabaların hepsi kilitlerle birbirine bağlıymış ve ben de
kilidi açmak için içine bozuk para koymalı ve yerine bırakırken de paramı
almalıymışım. Depozito gibi! Huh! Altı üstü bir market sepeti yahu! Neyse, elimde
hiç bozuk para olmadığı için gerisin geri markete döndüm, elime sığacak ve
yurda kadar taşıyabileceğim şeyler almaya çalıştım ve nihayet kasaya ulaştım.
Parayı kazasız belasız ödedim ve derin bir nefes alayım derkeeen… Kasanın
çıkışında poşet olmadığını fark ettim! Kasadaki kız eliyle bir yeri işaret
etti, orda sıra sıra poşetler, paketler vardı. Seçtim birini, kız ödemem
gerektiğini anlatmaya çalıştı. Poşeti satın aldım yani! Bilseydim Türkiye’den en
çok poşet getirir her gün farklı farklı renk renk kullanırdım.
Ve böylece havaalanına
ayak basmamdan itibaren geçen ilk 3 saatte kendimi epey rezil ederek günü
kapatmış oldum.
Boynu bükük 10 Centlik market poşetim |
Daha fazla rezilliğe mahal vermemek adına yurduma gidip kapımı
kapattım, bi de arkadan kilitledim. Sonra da yemek yapmaya koyuldum. Burdan
sevgili aileme gelsin, yaptığım ilk yemek sebzeli mantar idi. İçiniz rahat
olsun, gayet iyi besleniyorum, kendim pişirip kendim yiyorum. Hatta bi de resmini koyayım :D
İlk yemeğim |
Şimdilik bu kadar.. Daha anlatacağım çok şey var, yavaş yavaş.. :) Bir de küçük evimin fotoğraflarını ekleyeyim, şimdilik buradan çekileyim..
Mutfağım |
Kitaplığım ve masam.. Bir de kocaman pencerelerim ve bahçe manzaram :) |
Yatağım ve nasıl geri götüreceğim hakkında hiçbir fikir yürütemediğim ultra battal bavulum |
Yaşadıkların çok tatlı olmasa da senin için, okuması benim için eglenceliydi :) İlk yorumcun (?) da benim ha. Değerimi bil :D Şaka bi yana, inşallah tez vakitte oradaki o asude hayatına alışırsın. Sen alışırsın zaten ya, interpersonal relationships konusunda iyisindir. Allah yardımcın olsun, iyi insanlarla karşılaştırsın seni.
YanıtlaSilYazmaya da devam et bence. Dönüşte bu notları "Alamanya'da Yaşamanın Abecesi" diye bi kitap yapar zengin olursun belki :D
Fotoğraflarda eğrilik mi var ne?! :)
YanıtlaSilOdanı sevdim kerata, tam kahve içip kitap okumalık. Güzel yaşantılar biriktirirsin inşaallah orada, dönüşte de Asude'nin dediği gibi bir kitap çıkarırsın ya da torunlarına hikaye olarak anlatırsın yaşadıklarını heheh