22 Eylül 2012 Cumartesi

Ve Comenius serüveni başlar...


Eveet! Bir gün bana Almancı olacaksın deselerdi tek cevabım “Allah korusun!” olurdu. Yok ama, gerçek oldu. Neyse ki geçici. Evet. Geçici. Almanya’dan öğrendiğim ilk şey “yalnızlık” oldu. Anlaşılan bu, gurbetin ilk kuralı. Şimdiden geri saymaya başladım: kaldı 33 hafta! :)

Uçakta

Ben baştan başlayayım anlatmaya.. Hem meraktan ve endişeden kıvranan ailem ve can arkadaşlarım için,hem de unutmamak için bir bir anlatayım her şeyi. 10 Eylül’de havaalanına geldim. Fakat ondan önce uçak faslı var elbet..
THY’yi hep sevmişimdir, koltuklarda müzik ve kulaklık, bedava koltuk seçebilme ve bu sayede hep cam kenarında oturabilme imkanı, gayet detaylı bir yemek ikramı vs. Oh mis! Kamil Koç bir THY iki.. Kahvaltı da yapmamış olduğumdan yemek o an her şeyden değerliydi benim için. Derken o an geldi, sevgili küçük şirin tepsimi verdiler. Salata niyetine pembe, etimsi bir şey gördüm. Elime almış ne olduğunu anlamak için evirip çevirirken yanımdaki abi bana “Somon füme o, domuz eti filan değil yani endişen olmasın, balıktır; tavsiye ederim” dedi. Ben “Ama çiğ” dedim. O “Evet çiğ” diye cevapladı. Muhabbeti devam ettirmeyi çok istedim ama istemediğim şeyler söylemekten korktuğum için susmayı yeğledim. Anlık şoku üzerimden atınca altındaki yoğurtlu börülceyle birlikte belki yenilebilir diyerekten yemeye başladım ama mide bulantısıyla geçen bir gecenin büyük finalini yapma aşamasına geldiğim için orda durdum. Pis. Suşi yenilebilir, ondaki çiğ balığı bir şekilde saklıyorlar ama bunu övüne övüne, alenen çiğ olarak getirmişler yahu!  Böylece uluslararası maceralarımdan birinde daha bir ilk yaşamış oldum. Ama bu uzun süreli seyahatime başlar başlamaz yemekle ilgili böyle bir anı yaşamak bana önümdeki 9 ay konusunda hiç ümit vermedi açıkçası. Aahh ah.. Babacığım oku bunları, senin tuttuğun kızılkanatları bile hiç sevmediğim halde arar oldum inanır mısın?

Uçaktan indim sevgili iş arkadaşım Mandy beni almaya geldi ve arabayla bir saatlik yolculuğun ardından kalacağım yurda geldik. Yurduma bayıldım! Uzun süredir yalnız başıma 1+1 evde yaşamanın hayalini kurardım, gerçek oldu. 1+1 değil ama; bana ait çok minik bir dairede kalıyorum. Apart gibi. Ama ihtiyacım olan her şey var. Her şey ama tek kişilik… Tek… Geldiğimde masamın üzerinde kelebeklerle bezenmiş bir kağıtta “Herzlich Wilkommen” ve “Hoşgeldiniz” yazıyordu. Posta kutuma IKEA kataloğu da koymuşlar hoş geldin armağanı olarak, beni tanıyorlardı cidden J Mandy bana ertesi gün ne yapacağımı ve yurt hakkında temel kuralları içeren kâğıtlar bırakıp gitti. İlk görevim ertesi gün “kendi kendime” iki vesait değiştirip yurtla ilgili anlaşmayı imzalayacağım yere gitmekti. Civardaki insanlar doğru düzgün İngilizce bilmiyorken ve telefonum yokken ve kaybolduğumda nasıl geri döneceğimi bile bilmediğimden epey büyük bir sınavdı bu benim için. Kendimi annesinin elini bırakamayan bir çocuk gibi hissettim. Mandy beni bırakıp gittiğinde aynen o kadar korktum.

Ben bu cadde üzerinde yaşıyorum işte :)
Bu arada adresim: WH "Victor Jara" Oberfeldstraße 111, Vo Nr: 724.01.02.02.1, 12683, Berlin, Deutschland

İşte bu da o şirin, küçük posta kutum :)

Postalarınızı, mektuplarınızı beklerim. Posta kutum var, açtığımda içinde zarflar filan olunca çok heyecanlanıyor; mutlu oluyorum, bilesiniz :)

Kanım acıktı. Civarda tek bir kafe bile yoktu yemek yiyebileceğim. Yaşadığım muhit, sadece evlerle dolu. Türkiye’deki hiçbir yere benzemiyor. Mimarisine ise bayıldım! Hani şu Amerikan filmlerinde gördüğümüz iki katlı müstakil evler var ya; düzgün düzgün dizilmiş, şirin balkonlu ve bahçeli; işte her yer onlarla dolu. Bir de ağaçlarla… Yeni bir ülkeye ya da şehre gittiğimde gelişmişliği hakkında bir karara varmak için iki şeye bakıyorum hep: mimarisine ve altyapısına (ulaşım sistemlerine ve arabalarına). Doğru ölçütler olmayabilir belki bu değerlendirmeyi yapmak için, ama benim aklıma gelişmişlikle doğru orantılı olarak hep bu iki kıstas gelir, böyle hissettirir. Almanya ikisinin de tavan yaptığı bir yer. En az dört şeritli yollar, acayip sistematik ulaşım ağı ve iki katlı SİMS evleri gibi müstakil konutlar… Ayrıca burada herkes bisiklet kullanıyor. Bu nedenle bisiklet yolları var tabii. Ama bu benim için pek iyi olmadı. Yanlışlıkla o yoldan yürüdüğümde bisiklet sürücüleri ya sövüyor, ya dibimden hızlıca geçiyor ya da kenara çekilene kadar korna çalıyor. Fakat gariptir, arabaların korna çaldığını hiç görmedim. Direksiyon kursunda hocam İsviçre’de bir sürücü testinde yaşadığı bir anıyı anlatmıştı. Direksiyon sınavı esnasında korna çalmış. Sınavı yapan kişi az daha bu yüzden onu bırakacakmış. Şöyle demiş: “Korna çalabileceğin iki durum vardır: geçiş hakkı seninken yayaların önünden geçmeye çalışması, ki ya engelli ya da yaşlı biri geçerken böyle bir şey olabilir ki bu durumda korna çalamazsın; veya öndeki araba kurallara aykırı davrandığında, yanlış durma gerçekleştiğinde filan.. ki o durumda müdahale edecek polisler var zaten, yine korna çalamazsın.” Sonra aklıma benim güzel ülkemdeki çocukların ilk öğrendiği oyunlardan olan düttürüdüt kovalamacası geldi. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki, evet, bu şehirde kural ihlaline tolerans yok!

Markette

Bütün bu acemilikleri de aldım yanıma ve markete doğru yol aldım. Bizim oranın BİM’i gibi bir şeymiş LİDL, ama çok daha büyük. Cafe filan yoktu etrafta, olsa da yiyebileceğim bir şey olur muydu bilemiyorum. Neyse, pişirebileceğim birkaç şey aldım, bir sepete ihtiyaç duydum, tıpkı Türkiye’deki gibi marketin başına geldim ama ne sepet ne de araba vardı. Ama marketteki herkes arabalarla dolaşıyordu. En sonunda marketin dışında olduklarını anladım. Elimdeki her şeyi bir bir yerine bırakıp marketten çıktım, girişe geldim, evet bir sürü araba vardı. Tam orada iki genç kız ellerindeki arabayı yerine bırakmaya çalışıyorlardı. Ben el kol hareketleriyle İngilizce “Onu bana verin hele, ne siz uğraşın ne de ben.” Demeye çalıştım Türk mantığıyla ama bana garip garip “Deli mi ne!” bakışı attıktan sonra arabanın içinden bozuk paralarını söküp aldılar. Meğer arabaların hepsi kilitlerle birbirine bağlıymış ve ben de kilidi açmak için içine bozuk para koymalı ve yerine bırakırken de paramı almalıymışım. Depozito gibi! Huh! Altı üstü bir market sepeti yahu! Neyse, elimde hiç bozuk para olmadığı için gerisin geri markete döndüm, elime sığacak ve yurda kadar taşıyabileceğim şeyler almaya çalıştım ve nihayet kasaya ulaştım. Parayı kazasız belasız ödedim ve derin bir nefes alayım derkeeen… Kasanın çıkışında poşet olmadığını fark ettim! Kasadaki kız eliyle bir yeri işaret etti, orda sıra sıra poşetler, paketler vardı. Seçtim birini, kız ödemem gerektiğini anlatmaya çalıştı. Poşeti satın aldım yani! Bilseydim Türkiye’den en çok poşet getirir her gün farklı farklı renk renk kullanırdım.
 Ve böylece havaalanına ayak basmamdan itibaren geçen ilk 3 saatte kendimi epey rezil ederek günü kapatmış oldum.

Boynu bükük 10 Centlik market poşetim

Daha fazla rezilliğe mahal vermemek adına yurduma gidip kapımı kapattım, bi de arkadan kilitledim. Sonra da yemek yapmaya koyuldum. Burdan sevgili aileme gelsin, yaptığım ilk yemek sebzeli mantar idi. İçiniz rahat olsun, gayet iyi besleniyorum, kendim pişirip kendim yiyorum. Hatta bi de resmini koyayım :D

İlk yemeğim


Şimdilik bu kadar.. Daha anlatacağım çok şey var, yavaş yavaş.. :) Bir de küçük evimin fotoğraflarını ekleyeyim, şimdilik buradan çekileyim..
Mutfağım
Kitaplığım ve masam.. Bir de kocaman pencerelerim ve bahçe manzaram :)
Yatağım ve nasıl geri götüreceğim hakkında hiçbir fikir yürütemediğim ultra battal bavulum
 

2 yorum:

  1. Yaşadıkların çok tatlı olmasa da senin için, okuması benim için eglenceliydi :) İlk yorumcun (?) da benim ha. Değerimi bil :D Şaka bi yana, inşallah tez vakitte oradaki o asude hayatına alışırsın. Sen alışırsın zaten ya, interpersonal relationships konusunda iyisindir. Allah yardımcın olsun, iyi insanlarla karşılaştırsın seni.
    Yazmaya da devam et bence. Dönüşte bu notları "Alamanya'da Yaşamanın Abecesi" diye bi kitap yapar zengin olursun belki :D

    YanıtlaSil
  2. Fotoğraflarda eğrilik mi var ne?! :)
    Odanı sevdim kerata, tam kahve içip kitap okumalık. Güzel yaşantılar biriktirirsin inşaallah orada, dönüşte de Asude'nin dediği gibi bir kitap çıkarırsın ya da torunlarına hikaye olarak anlatırsın yaşadıklarını heheh

    YanıtlaSil